script src='http://ajax.googleapis.com/ajax/libs/jquery/1.2.6/jquery.js' type='text/javascript'/>

EBÛ EYYUB EL-ENSÂRÎ

(ö.52/672)

Muhammed Tahir Nur Veli[1]
Tercüme: Hasan UÇAR

Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Salat ve selam Adnan oğullarının efendisi, seyidimiz, efendimiz, habibimiz, Allah katındaki en büyük şefaatçimiz olan Hz. Muhammed’e ve O’nun yüce âline, ashabına ve kıyamete kadar O’na tabi olanların üzerine olsun.
Bu makale, İslam’ın önde gelen imamlarından, din büyüklerinden birinin çok geniş bir araştırmaya dayanan özlü bir siret çalışmasıdır. Kendisinin Rasulullah nezdinde önemli bir mertebesi ve Müslümanların kalbinde büyük bir yeri vardır; özellikle de Hicaz ve Türkiye Müslümanlarının kalbinde. Kendisi İslam Tarihinde de çok mühim bir yere sahiptir. Bu zat Rasulullah’ı evinde misafir eden Ebû Eyyûb el-Ensari (radiyallahu anh)’dır. [2]
Araştırmam neticesinde gördüm ki Ebu Eyyüb(radiyallahu anh) çok yönlü bir şahsiyet ve kendisinde Rasulullah’ın ashabının çok azında bulunan hasletler ve menkıbeler vardır. Onun İslam’a ilk giren sahabilerden biri olduğunu görüyoruz. Rasulullah’ı misafir eden sahabi olarak temayüz etmiştir ve sahabe’nin önde gelenlerinden biridir. Rasulullah’a olan yakınlık bağı, Kur’an’ı cem’i ve hadisleri ezberlemesi zikredilmeden geçilemez. Kendisi Rasulullah’ın en seçkin sahabilerindendi. Bu ve benzeri özelliklerinin yanında çok üstün ahlaki vasıflara sahip, rabbani, kamil bir İslam eğitimcisi ve müderrisi idi.


Bilinen bir gerçektir ki Türkiyeli ilim adamları Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın siretine çok büyük önem vermişler ve O’nun hakkında diğer memleketlere nazaran çok daha fazla telifatta bulunmuşlardır. İlim, edebiyat, şiir ve muhabbet ehli O’nun hakkında yazma hususunda adeta birbirleriyle yarışmıştır.


Nesebi

Allahü Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de Sebe’[3] kavmini ve yalanlamaları ve isyanları sebebiyle Yemen’de ki Me’rab Seddi’nin yıkılıp, Arim selinin üzerlerine gelişini anlatmaktadır: “Andolsun, Sebe' kavmi için kendi yurtlarında bir ibret vardı: Biri sağda, diğeri solda iki bahçe bulunuyordu. Onlara şöyle denilmişti: “Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. İşte güzel bir memleket ve çok bağışlayan bir Rab! Ama onlar yüz çevirdiler. Bu yüzden üzerlerine Arim selini gönderdik. Onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde biraz da sedir ağacı bulunan iki (harap) bahçeye çevirdik.(Sebe’,15-16)

Sebe’ Kavmi Me’rab seddinin civarında yerleşmişti. Sel yurtlarını yerle bir edince oradan ayrılmak zorunda kaldılar. Denilir ki sel hadisesinin vukuundan önce bölgeyi ilk terk eden kişi yörenin meliklerinden olan Amr bin Âmir el-Lahmî’dir. Amr sedde baktı ve yıkılmak üzere olduğunu anlayınca kavmine bir bahane uydurup ailesini ve yakınlarını alıp oradan çıktı. O, yolda iken ailesine Arap beldelerini anlattı ve övgüyle bahsetti. Torunlarına (Evs ve Hazrec) yerleşmek üzere Yesrib’i (Medine) seçti.[4] Onlar bir grup insandılar ve içlerinde kadınlar, çocuklar vardı. Anneleri Kayle de onlarla birlikteydi.

Evs ve Hazrec kabileleri Hârise bin Sa’lebe bin Amr bin Âmir el-Lahmî’nin iki oğludur. Onlar Sebe’ kavminin soyundan gelmektedirler. Bunlardan her bir aile Yesrib’te kendilerine evler yapıp oraya yerleşti. Ebu Eyyüb (radiyallahu anh), el-Hazrec bin Harise’nin soyundandır. O kabilenin birçok kolu vardır ki kendisi Hazrec kabilesinin alt kollarından biri olan Ganem bin Malik bin Neccar oğullarındandır.[5]


Ailesi

Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın ismi ve nesebi, Halid bin Zeyd bin Küleyb bin Salebe bin Avf bin Ganem bin Malik bin Neccar yoluyla devam eder ve Kehlan bin Sebe’ye kadar ulaşır.

Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın annesinin adı Hind binti Said bin Amr bin İmriülkays’tır. O da Hazrec’tendir. Onun, Hind binti Sa’d, isminin de Zehra olduğu rivayet edilmektedir.[6]

Eşlerine gelince; Onlardan biri Ümmü Hasan binti Zeyd bin Sabit Dahhak’tır ki oğlu Abdurrahman’ın annesi odur. En meşhur hanımına gelince o, Ümmü Eyyüb binti Kays bin Amr bin İmriülkaystır. O, Kays bin Sa’d’ın teyzesinin kızıdır. Bu hanım Ensara, Hazrec’e ve Neccar oğullarına mensup bir sahabiyyedir. Bu hanım Rasulullah Efendimiz Medine’ye teşrif edip de Hz. Ebu Eyyüb’ün evine misafir olduğu zaman yanında olan hanımıdır. Rasulullah Efendimiz’den hadis-i şerifler rivayet etmiştir.[7]

Evlatlarından biri yukarıda da zikrettiğimiz gibi Abdurrahman’dır. Halid isminde bir oğlu da olduğu söylenmektedir. Ancak racih olanı Halid’in kızı Amra’nın oğlu yani torunu olduğudur.[8]

Kızı Amra sahabiyyedir. Diğer sahabe hanımlarla birlikte Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’a biat etmiştir.[9] Onunla Safvan bin Evs bin Cabir evlenmiştir. Ebu Eyyüb’ün bu kızından olan torununun ismi Halid’di. Halid’in de Eyyüb isminde bir oğlu vardır ki, Libya’ya yerleşmiş ve orada yaşamıştır. Hadis ravilerindendir.[10]

Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın erkek kardeşinin Ebu Sure isminde bir oğlu vardır ki kendisinden hadis-i şerifler nakletmiştir.[11]

İslam tarihi içerisinde Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın soyundan gelen çok önemli şahsiyetler vardır. Bunların en meşhuru el-İmam Ebu İsmail Abdullah bin Muhammed bin Ali bin Muhammed bin Ahmed bin Ali bin Cafer bin Mansur bin Mette Şeyhulislam el-Ensari el-Heravi’dir. Horosan bölgesinin imamı olarak bilinir.(V.481)[12]

Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın en bilinen talebelerinden birisi ise azadlısı Eflah’tı. Eflah, Irak’ta bir belde olan Aynüt-temr’de esir olmuştu. Konstantiniyye’de (İstanbul) hayatı son buluncaya kadar Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın yanından ayrılmamış, ondan ilim almaya devam etmişti. Eflah Hz. Ebu Eyyüb’tan pek çok hadis rivayet etmiş, vefatından sonra da Medine’deki evine mirasçı olmuştu.[13]

İlginçtir ki Rasulullah’ın dedesi, Kureyş’in Lideri, Mekkeli ve Haşimi olan Abdülmuttalib bin Haşim’in annesi Medine ehlinden Adiy bin Neccar oğullarındandır. İsmi ise Selma binti Amr’dır. Ebu Eyyüb’ün kabilesindendir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in babası Abdullah da Şam’dan dönerken Neccar oğullarının yanında vefat etmiş ve onların diyarına defnedilmiştir.[14]

Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın İslam tarihinde ilk defa ortaya çıkışı şu hadise ile olmuştur: O, ikinci Akabe biatında Rasulullah’a biat eden grubun içerisinde idi. Onlar, peygamberliğin 13. senesinde Mina’da –Akabe diye bilinen yerde, ki orada bu gün de hala ayakta olan bir mescid vardır- beyat etmişlerdi. Evs ve Hazrec’ten kadın, erkek yetmiş küsur müslümandılar. Rasulullah’a, İslam’ı daha iyi tebliğ edebilmesi için yardım etmek ve Onu himaye etmek üzere biat ettiler.

Sonra Allah Teala, Peygamberi’ne Medine’ye hicret etmesini emretti. Rasulullah hicret esnasında Kuba’da Gülsüm bin Hedm’in evinde konakladı. O gün Rabiulevvel ayının 1. günü, Pazartesiydi. Rasulullah’ı Ensardan yaklaşık beş yüz kişi karşıladı, onlardan birisi de Ebu Eyyüb el-Ensari (radiyallahu anh) idi.[15]

Sonra Rasulullah Efendimiz Cuma günü Medine’ye doğru hareket etti. Ranuna vadisinden geçerken orada durup, ilk Cuma namazını kıldı. Daha sonra buradaki mescid Cuma mescidi olarak isimlendirildi.

Daha sonra Alemlerin Efendisi devesinin üzerinde, ardında sadık dostu Hz. Ebu Bekir olduğu halde Medine’nin içlerine doğru ilerledi. O esnada “Allahım benim için en hayırlı olanı seç ve bana hayırlı kıl” diye dua ediyordu. Yolu üzerinde Ensardan bazılarının evleri vardı. Onlar devenin yularından tutup kendi yanlarında kalması için Rasulullah Efendimiz’e adeta yalvarıyorlardı. Rasulullah Efendimiz buyurdular ki: “Deveyi bırakın, çünkü ona nerede duracağı emredilmiştir.” Ve yine diyordu ki: “Allah bizi nerede indirirse orada ineceğiz (Allah’ın takdir ettiği yerde kalacağız)” Aleyhissalatü vesselam Efendimiz devenin yularını tamamen serbest bırakmıştı. Deve nereye istiyorsa oraya gidiyordu. İnsanlar da peşinden, sağından, solundan kalabalık bir grup olarak onu takip ediyorlardı. Neccar oğulları -Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın kabilesi- mahallesinin Habeşiler sokağına Veda tepesi tarafından girdi. Kadınlar ve çocuklar Rasulullah Efendimiz’i (SA.V.) görebilmek için evlerin çatılarına ve yüksekçe yerlere çıkmışlar, deflerini çalarak hep bir ağızdan şu beyitleri söylüyorlardı:

Ay doğdu üzerimize Veda Tepelerinden

Şükür gerekti bizlere Allah’a davetinden

Ey bizden seçilen elçi Yüce bir davetle geldin.[16]

Sonra deve İbn Malik bin Neccar’ın evi önüne geldi ve orada çöktü. Orası daha sonra inşa edilecek olan Mescid-i Nebevi’nin kapısının olduğu yerdi. Deve bir müddet durduktan sonra tekrar kalkıp hareket etti ve Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın evinin kapısı önünde çöktü, sonra tekrar kalktı ve son olarak Mescid-i Nebevi’nin inşa edileceği yere bir kez daha gelip çöktü ve boynunu uzattı, yerleşti, ağzını açmadan böğürme tarzı bir ses çıkardı. Rasulullah Efendimiz orada “burasıdır inşallah” dedi ve “Ya rabbi beni bereketli bir yere kondur. Sen konuk edenlerin en hayırlısısın” diye dua etti.

Bu duada Ebu Eyyüb (radiyallahu anh) ve evi için çok büyük müjdeler vardır. Zira Rasulullah o evin bereketi için şehadette bulunmuştur ve o ev Allah’ın, Rasülü için seçtiği bir yerdir. Bu aynı zamanda oranın ne kadar mübarek ve kudsi bir yer olduğuna çok büyük bir şahittir. Çünkü; orayı Allah, Rasülü için konak yeri olarak seçmiştir. Şüphesiz orası mevkilerin en güzeli, en temizi en bereketlisi ve haramdan en uzak olanı idi.[17]

Denilir ki: Rasulullah Efendimiz şöyle dua etmiştir: “Allahım! Eyyüb’ün âline Peygamberin adına en hayırlı mükafatı ver.”[18]

İmam İbn Kesir diyor ki: “Bu Ebu Eyyüb hakkında anlatılabilecek en önemli menkıbe, O’nun evinde Rasulullah’ın kalmış olmasıdır. O ne büyük saadettir.” Yine demiştir ki: “Bu, şereflerin en büyüğüdür.”[19]

Zehebi der ki: “Rasulullah Neccar oğullarının evleri içerisinden kalmak için O’nun evini seçmiştir.”[20] Neccar oğullarından olan komşu kadınlar şöyle bir beyit söylemişlerdir:

Biz Neccar oğullarından komşularız

Ne mutlu bizlere ki Rasulullah komşumuz oldu.

Bunun üzerine Rasulullah Efendimiz: “Sizler beni seviyor musunuz?” diye sordu. Onlar da: “Evet Ya Rasulallah” dediler. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Allah biliyor ki, benim kalbim de sizleri çok seviyor.” buyurdu. Bunu da üç defa tekrar etti.[21] Bu, bütün Neccar oğulları ve aileleri için ne büyük bir şereftir.

Neccar oğulları sülalesi Rasulullah’ın dayılarıdır. Aile büyükleri o sülaledendir. Dedesi Abdulmuttalib’in annesi de bu ailedendir. Rasulullah onları ehli olarak nitelemiştir.[22] Rasulullah Efendimiz daha çocukken anneciği ile beraber onları ziyaret etmişti.[23]

Resulullah’ın karşılanması sırasında Neccar oğullarından bir grup kılıçlarını kuşanmış vaziyette Efendimiz’in etrafını sarıp O’nu korumaya aldılar.[24]


Allah Resulü’nün Mihmandarı

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Eyyüb’ün evinin alt katına yerleşti. Ebu Eyyüb de üst katta kaldı. Fakat bu konuda içi hiç de rahat değildi. Rasulullah’ın üst katında oturuyor olmaktan ve O’nun bulunduğu bir evde yürümekten son derece rahatsız ve tedirgindi.

Bir rivayete göre, Ebu Eyyüb (radiyallahu anh) bir gece uyandı ve; “biz Rasulullah’ın ikamet ettiği evin üst katında yürüyoruz.” dedi. Hemen bir kenara çekildi (Rasulullah Efendimiz’i rahatsız etmemek için) sabaha kadar öylece kaldı. Bir rivayete göre de, onların büyükçe bir testileri su dolu iken kırıldı. O ve Ümmü Eyyüb Rasulullah’ın üzerine su damlayabilir endişesiyle derhal kadife battaniyelerini suyun üzerine atıp onunla yerleri kuruladılar. Örtünecek başka bir battaniyeleri de yoktu. Sabah olunca gece olan hadiseden dolayı uyuyamadığını Rasulullah’a arz etti ve dedi ki: “Seni Hakk ile gönderene yemin ederim ki bir daha asla bulunduğun evin üst katında oturmayacağım.”[25]

Ebu Eyyüb (radiyallahu anh) Mihmandar-ı Rasulullah (Rasulullah’ı misafir eden ev sahibi) olarak isimlenmiş ve bütün siyer yazanların tamamı O’nu bu şekilde tavsif etmişlerdir.

Daha sonra Rasulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Muhacirlle Ensar arasında kardeşlik tesis etti. Bu kapsamda Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın kardeşi de Mus’ab bin Umeyr oldu. Efendimiz, Ümmü Eyyüb (radiyallahu anha) ile de Müminlerin annesi Hz.Aişe’yi (radiyallahu anha) kardeş ilan etti.[26]

Tarihçilerin çoğuna göre Rasulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Ebu Eyyüb’ün evinde yedi ay kaldı. Hücre-i saadetlerin yapımının tamamlanmasından sonra oraya taşındı.[27]

Ebu Eyyüb (radiyallahu anh) evinde, günlük olarak Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için yemek hazırlatır, O’na ikram eder, hizmetinde bulunur, O’nun mübarek ellerinin değdiği o yemeklerden de teberrüken yerdi. Özellikle Rasulullah Efendimiz’in sevdiği yemekleri hazırlamaya azami gayret gösterirdi.[28]


Evinin Tarihi Süreci

Tarihçilerin çoğuna göre -Rasulullah Efendimiz’in ikamet ettiği- Ebu Eyyübün evi Yemen Meliklerinden Tübba’ bin Hassan el-Himyeri tarafından Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in doğumundan yaklaşık bin veya yedi yüz sene önce yapılmıştır. Rasulullah O’nun hakkında; “Tübba’a kötü söz söylemeyin. Zira o Müslüman olmuştu.” buyurmuştur. Tarihçiler O’nun ismi hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

Bu evi yapış sebebi ile alakalı şöyle bir hadise anlatılır: Tübba’ doğu beldelerine yaptığı seferden dönerken Medine’ye uğradığında orayı harab etmek ister. Çünkü; Medineliler oğlunu öldürmüşlerdi. Konu ile alakalı başka bir olayda anlatılır: İki ilim adamı kendisine şehri harap etmemesini, istese bile bunu başaramayacağını zira şehrin ahir zaman peygamberinin hicret edeceği bir yer olduğunu söyleyip O’na nasihat eder. Ordusunda bulunan dört yüz alim de bunu kendisine haber verir. Neticede Medine’de kalır. Medine halkına saldırıp onlarla savaşmaktan vaz geçer, işittikleri hoşuna gider. Şöyle de bir vasiyette bulunur:

“Ben Ahmed’e şahid oldum ki O, Allah’ın gönderdiği günahsız bir elçidir.

Şayet ömrüm O’nu görmeye yeterse O’nun veziri ve amca oğlu olmak isterim

Kılıcımla O’nun düşmanlarıyla savaşırım ve O’nun kalbinden bütün sıkıntıları gideririm.”

Bu şiirini Medine ehline bıraktı. Ensar bu şiiri korumaya ve kendilerinden sonrakilere tevdi etmeye gayret gösterdi. Bu şiir Ebu Eyyübün yanındaydı.[29]

Rasulullah’ın intikalinden sonra ev adeta O’nun ziyaretçilerinin ağırlandığı bir misafirhane halini aldı. Rasulullah çoğu zaman ashabından bir grupla birlikte orada yemek yeme hususuna öncülük ederdi.

Birgün Ebu Eyyüb (radiyallahu anh) yanında Hz. Ebu Bekir (radiyallahu anh)’la birlikte Rasulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’i yemeğe davet etti. Peygamber Efendimiz önce Ebu Eyyüb’ten, Ensardan 30 kişiyi daha bu yemeğe çağırmasını istedi. Daha sonra 60 kişi daha çağırdı. Ardından da 90 kişi daha davet etti. Çağırılanların tamamı da Ebu Eyyüb’ün hazırladığı bu yemekten yemek üzere çağırılmışlardı. Sadece iki kişi için hazırlanan yemekten tam 180 kişi yedi. Bu da Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ebu Eyyüb’ün evinde cereyan eden bir mucizesiydi. O’nun bereketinin bu eve hulul ettiğinin de deliliydi.[30]

Bu ev Medine’de Mescid-i Nebevi’nin doğu tarafında bulunmaktaydı. Ebu Eyyüb’ün vefatından sonra azadlısı Eflah’a kaldı. Daha sonra evi Mugire bin Abdurrahman bin Haris bin Hişam satın aldı. Tadilat yaptıktan sonra onu fakir ehl-i beyte hibe etti. Sonra orada mescitteki insanlara dağıtılan bir su çıkarttı. İlerleyen yıllarda Melik Muzaffer Şihabüddin Gazi bin Ebu Bekir bin Eyyüb bin Şazi onun üzerine bir medrese yaptırdı. Şihabiye Medresesi diye isimlendirildi. Onun için vakıflar kurdu. Orada dört fıkhi mezheb de tedris ediliyordu.[31] Daha sonra bu medrese işlevini yitirdi ve atıl duruma geldi. Yemen’den ismi Şeyh Muhammed bin Ahmed bin Cüneyd bin Ahmed bin Musa olan bir şeyh gelİp oraya yerleşti ve orada zikir halkaları oluşturdu. Müridlerin terbiyesi ve saliklerin irşadı ile ilgilendi. Burası Cüneydiye Zaviyesi olarak isimlendi. Yakın zamanlarda kaldırılıncaya kadar bu şekilde kaldı.

Bu medresenin büyük ve küçük olmak üzere iki tane avlusu vardı. Yine bu medresede ufak bir odacık bulunurdu ki, burasının Rasulullah’ın devesinin çöktüğü yer olduğu söylenir. Bu ev Mebrek (devenin çöktüğü yer) olarak da bilinir.[32] Hacılar ve ziyaretçiler tarafından şerefine binaen ziyaret edilirdi.

Ebu Eyyüb’ün Rasulullah’a karşı derin bir muhabbeti vardı. Rasulullah Efendimiz’in yemeğinden arta kalanı teberrüken yer, O’na bir zarar gelmesinden korktuğu zaman sabaha kadar kapısında nöbet tutardı. Rasulullah bir şeyden hoşlanmazsa Ebu Eyyüb de o şeyden hoşlanmazdı.[33]

Rasulullah Efendimiz, Ebu Eyyüb’u çok sever O’na yumuşak ve iltifatkarane davranır, O’nu ve ailesini koruması için Allah’a dua ederdi. Rasulullah’ın en çok sevdiği sahabiler arasında adı zikredilmektedir. Aynı zamanda Rasulullahın vahiy katiplerinden biriydi.[34]

Ebu Eyyüb (radiyallahu anh) Rasulullah’ın ehl-i beytini çok severdi. Hz. Ali’nin yanında O’nun ayrı bir yeri vardı. Yardımlaşma ve yolgösterme anlamında Hz.Ali’nin çok değer verdiği bir kişiydi.

Önde gelen sahabe-i kiram nezdinde de önemli bir yere sahipti. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman zamanında da öyleydi.[35]


İlimdeki Yeri

Ebu Eyyüb (radiyallahu anh) Peygamberimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) birçok hadis rivayet etmiştir. 150 hadis rivayet ettiği söylenir. Daha fazla rivayet ettiği de söylenmiştir. Ali bin Ahmed el-Karafi’nin “Nefehatü’l-Abiri’s-Sari bi Ehadis-i Ebi Eyyüb el-Ensari” isimli bir kitabı vardır ki, bu kitapta O’nun rivayet ettiği hadislerin çoğu yer almaktadır.

Ebu Eyyüb (radiyallahu anh) Rasulullah Efendimiz’den dinleyemediği bir şey olursa bunu diğer sahabilerden alırdı. Bir tek hadisi işitmek için başka beldelere yolculuklar yaptığı olurdu. Rasulullah’ın hadislerinde hata yapma korkusuyla çokça hadis rivayet etmekten sakınırdı. Bir kısım sahabe ve büyük tabiiler kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. Ahkam ve Rasulullahın hadisleri konusunda otorite idi. Rasulullah zamanında Kur’an’ı ezberleyerek cem eden on sahabiden birisi de o idi.[36]


Cihadı

Ebu Eyyüb (radiyallahu anh) Hakk yolunda cesur ve gözü pekti. Makamı, mevkii, namı ne olursa olsun bu hususta asla kimseye müsamaha ve iltimas göstermezdi. Bu noktada O’nun devlet adamlarıyla ve önde gelen kişilerle arasında geçen çeşitli sahneler olmuştur.[37]

Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın şahsında tecelli eden en önemli hususiyetlerden birisi de Rasulullah’ın katıldığı bütün gazvelere O’nunla birlikte katılmış olmasıdır. Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te, Rıdvan Bey’atı’nda, Mekke’nin Fethi’nde ve Rasulullah’ın bulunduğu diğer bütün gazvelerde bulunmuş, bir tanesini bile kaçırmamıştır. Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından sonra da gerek Hz. Ebu Bekir, gerek Hz. Ömer, gerek Hz. Osman, gerekse de Hz. Ali (R.Anhüm) zamanında yapılan gazvelerin büyük çoğunluğuna da katılmıştır. Sadece komutanı çok genç bir delikanlı olan bir savaşa katılmadı, sonra da niye cihaddan geri kaldı diye büyük bir pişmanlık duydu. Şunu söylerdi: “Nasıl olur da benim üzerime komutan olarak görevlendirilen birisine tabi olmam.”[38]

“Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.”(Bakara,195) Ayet-i Kerimesindeki tehlikeyi Allah yolunda cihadı terk etmek olarak tefsir ederdi.[39]

Mısır’ın, Kıbrıs’ın, Şam diyarındaki birçok beldelerin fethinde bulundu. Daha birçok gazvede yer aldı. Nihayet işin sonuna gelindi. İstanbul’un fethi için bir sefer düzenlenecekti. Bu sefere ilk katılan kişi Ebu Eyyüb oldu. Nasıl böyle bir orduya katılmaktan geri durabilirdi ki, Rasulullah Efendimiz’i şöyle buyururken işitmişti: “Kayserin şehrine ilk gaza edecek orduyu Allah mağfiret etmiştir.”[40]

Yine Konstantiniyye’nin fethi hadisi vardı: “Konstantiniyye (İstanbul) muhakkak fetholunacaktır. O’nu fetheden kumandan ne güzel kumandandır, O’nu fetheden asker ne güzel askerdir.”[41]

Muaviye (radiyallahu anh) hicri 49, 51 veya 52 senesinde Süfyan bin Avf komutasında bir orduyu İstanbul’a gönderdi. Sonra O’na Yezid bin Muaviye komutasındaki ordu da katıldı. Bu ordu içerisinde sahabe-i kiramdan Ebu Eyyüb el-Ensari, Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Zübeyr, Hüseyin bin Ali (Radıyallahü Anhüm) de vardı.[42]

Ebu Eyyüb o esnada seksen yaşındaydı. Surların dibinde hastalığı iyice şiddetlendi. Ordunun komutanı Yezid bin Muaviye kendisini ziyarete gelmişti. Bir isteği olup olmadığını sordu. Ebu Eyyüb: “İnsanlara benden selam götür. Şayet burada ölürsem, beni atına al ve düşman topraklarına götür, imkan bulabilirsen orada def et, bulamazsan olduğum yerde defn et sonra geri dön veya ( ayaklarınızın altına beni defn edin öyle dönün.)” demiştir.

Yezid, Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın vasiyetini yerine getirdi. Namazını kıldırdı ve O’nu surların dibine defn etti. Sonra atlılara emretti, kabrin üzerinde ileri geri gittiler ki, kabrin yeri gizlenmiş olsun da tam yerini Rumlar anlayamasınlar. Rumlar defnedildiği günün sabahında Müslümanlara dediler ki: “Bu akşam büyük bir telaşeniz vardı.” Müslümanlar: “Bu gece Peygamberimiz Hz. Muhammed’in en önde gelen sahabisi ve O’na ilk inananlardan biri vefat etti. Gördüğünüz gibi O’nu defn ettik. Şayet O’nun kabrine bir zarar verecek olursanız, Arap diyarı bizim memleketimiz olduğu müddetçe bir daha asla çan çalamazsınız, iktidarınızı başınıza yıkarız, bilesiniz.

Rumların komutanı O’nu korumayı taahhüd etti. O’nun kabri üzerine bir türbe yaptırdı ve dört tane de kandil taktırdı.

Rumlar kıtlık, kuraklık gibi bir sıkıntıya düştüklerinde O’nun kabri başına gelir dua ederler, bu sıkıntıları sona ererdi. Kabri başında yağmur duası yaparlar yağmur yağardı.[43] Allah kafirlerin bile Ebu Eyyüb hürmetine yaptıkları duaları kabul ettiğine göre O’nu çok seven müminlerin O’nun hürmetine istedikleri şeyi muhakkak verir, dualarını kabul eder.

Ebu Eyyüb (radiyallahu anh) İstanbul topraklarında vefat etmeden önce Rasulullah Efendimiz’den (sallallahu aleyhi ve sellem) işittiği iki hadisi insanlara nakletmiştir.[44]

Yine orada bazı kişilerin anlattığı üzere O’nun ne kadar ince ruhlu, kalbi Allaha dönük, mütevazi bir kişi olduğunu ortaya çıkaran şeyler olmuştur.[45]

Şüphe yok ki, Ebu Eyyüb’un İstanbul’da vefat etmesi, oranın toprağından yaratıldığına delalet eder.[46] Yine Hadis-i şerifte varid olduğu üzere Allah O’nu, o yörenin salihleri için bir şefaatçi, bir lider ve bir nur kılacaktır.[47]

Allah Teala, büyük devlet adamı Fatih Sultan Mehmed’e İstanbul’u fethi esnasında Akşemseddin olarak bilinen hocası Şeyh Muhammed Hamza vasıtasıyla Ebu Eyyüb el-Ensari’nin kabrinin yerini (yeniden) tespit etmeyi lutfetmiştir. Akşemseddin basiretinin nuruyla Ebu Eyyüb (radiyallahu anh)’ın kabrinin yerini keşfetmiştir. Sultan Fatih oraya büyük bir cami yaptırmış, medreseler ve vakıflar kurdurmuştur.[48]

Türkiye halkını Ebu Eyyüb’e (Eyyüb Sultan) olan muhabbetlerinden dolayı tebrik ediyorum. Ne mutlu onlara! Onlar O’nu hak ediyorlar. Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’a’ mahsustur.



---------------------------------------------------------------

[1] Ummu’l-Kura Üniversitesi, Mekke-i Mükerreme.

[2]Bu araştırmanın aslı daha önce sunduğum Ebu Eyyub el-Ensari’ye dair bir konferanstır. Kendisi köklü ve tarihi bir şehir olan İstanbul’da medfundur. Bu konferansı kültür şehri, o büyük Osmanlı İslam Halifeliği’nin merkezi olan İstanbul şehrinde her yıl yapılmakta olan geleneksel kutlamalar çerçevesinde vermiştim. Bu program 1/10/2006 tarihinde icra edilmişti ve ben İstanbul Belediyesi’nin davetlisi olarak katılmıştım.

Yetkililerin Rasulullah’ın en seçkin sahabilerinden biri olan Ebu Eyyub el-Ensari hazretlerinin (Allah ondan ve bütün sahabe-i kiramdan razı olsun) siretini anlatma konusunda biz fakiri tercih etmeleri ayrıca bizi çok mutlu ve mütehassis kılmıştır, son derece onurlandırmıştır.

Ben kendilerini böyle hayırlı kutlamalar yapmaları sebebiyle tebrik ediyorum. Bunlar çok hayırlı amellerdir, sünnet-i hasenedir. Allah bütün Müslümanlar adına kendilerinden razı olsun.

[3] Sebe’, Yemen’de büyük bir şehrin ve orada yaşayan kavmin adıdır. Bu şehir, Neml Suresi’nde (27/23-44) kendisinden söz edilen Melike Belkıs’ın hükmettiği ülkenin başkenti idi. Kurucusu Sebe’ olduğu için, belde ve halkı onun adıyla anılmıştır.
Arim seli, Sebe’ kavmini cezalandırmak üzere meydana getirilen, şiddetli yağmurun sebep olduğu ve büyük göçlere yol açan bir sel felaketidir.

[4] Bakınız, el-Bidaye ven-Nihaye, 2/148.

[5] Bakınız, el-Bidaye ven-Nihaye, 2/148, el-Meganimü’l-Mütabe, 1/213,25, Vefaü’l-Vefa, 1/176.

[6] Bakınız, el-Bidaye ven-Nihaye, 2/152, el,Marife vet-Tarih,1/312, Tehzibü’l-Kemal, 8/66, Tarihu Bağdad, 1/153, Üsdül-Gabe, 1/572, Tabakat-ı İbn Sa’d, 3/484, Tabakat-ı Halife, 89.

[7] Bakınız, Tabakat-ı İbn Sa’d, 3/484, Siyeru A’lam, 2/403, el-Mevahib,1/357, Üsdül-Gabe,6/304, el-İsabe, 13/181, Müsnedü Ahmed bin Hanbel, 6/433.

[8] Bakınız, Tarihul-Kebir, 1/412, el-Cerhu vet-Ta’dil, 2/245, Tehzibul-Kemal,3/468, Ta’cilül-Menfea,46,110.

[9] Bakınız: el-İsabe,13/50, Tehzibül-Kemal, 3/468, Ta’cilül-Menfea,46,110, Siyer-i A’lam, 2/403.

[10] Bakınız: el-İsabe,1/133, Tehzibül-Kemal, 3/468, Mu’cemul-Büldan, 1/388.

[11] Bakınız: Tarihu Dimeşk, 5-2/ 214.

[12] Bakınız: Siyer-i A’lam, 18/503, en-Nücumüz-Zahire, 5/127.

[13] Bakınız: Tarihu Dimeşk, 3-1/ 34, el-Cerhu vet-Ta’dil, 2/322, Tehzibüt-Tehzib,1/368, el-Bidaye, 6/354, Mucemül-Büldan, 4/176.

[14] Bakınız: el-Mearif, 71,120, Nesebü Kureyş,15, el-Bidaye 2/196, Sübülül-Hüda, 1/331.

[15] Bakınız: İbn Sa’d, 1/221, Delailül-Beyhaki,2/442,454, el-Mevahib,1/314,316, Sübülül-Hüda,3/194,215, Tarih-i Yakubi, 2/37, el-Bidaye, 3/195, el-Cevahirus-Semine,250.

[16] Bakınız: Sahih-i Buhari, 5/52, el-Bidaye,3/196, Üsdül-Gabe,1/572, el-Mevahib,1/353, Tarihul-Kudai,187, Vefaül-Vefa,1/256, Delailül-Beyhaki, 1/501, el-Cevahirus-Semine, 1/251.

[17] Bakınız: Sahih-i Buhari,5/57, el-Mevahib, 1/356, el-Bidaye,3/198, Sübülül-Hüda, 3/272, er-Rihletül-Hicaziyye,116, Tarh-i Yakubi, 2/41.

[18] Er-Riyadul-Müstetabe, 60.

[19] Bakınız: el-Bidaye,3/201, 8/60,

[20] Bakınız, Siyer-i A’lam, 2/402.

[21] Bakınız: el-Mevahib, 1/356.

[22] Bakınız: Sahih-i Buhari, 5/28, er-Ravdul-Ünüf, 2/243, el-Bidaye,3/201, Tarih-i Taberi, 2/398, Sübülül-Hüda, 3/273, 2/120, Vefaül-Vefa, 1/262.

[23] Bakınız: el-Mevahib, 1/356.

[24] Bakınız: el-Bidaye,3/198.

[25] Bakınız: Şerhun-Nevevi ala Müslim, 14/10, el-Mevahib, 1/358, el-Misbahul-Mudî’,1/105, Mu’cemüs-Sahabe, 2/119, Delailül-Beyhaki, 2/501.

[26] Bakınız: er-Ravdul-Ünüf, 2/243, Üsdül-Gabe, 1/572, Tarihu İbnül-Verdî, 1/108, er-Riyadul-Müstetabe,60.

[27] Bakınız: Tehzibül-Esma, 2/177, el-Bidaye,3/200, Siyeru A’lam,2/402, el-İsabe,1/405

[28] Bakınız, Sübülül-Hüda,3/275, Sahih-i Müslim bişerhin-Nevevi, 14/9, el-Mevahib,1/358, el-İsabe,3/57, Üsdül-Gabe,1/572, Fütuhu Mısr ve Ahbaruha,270.

[29] Bakınız: el-Bidaye,2/154, Mürucüz-Zeheb,2/76, el-Meganimül-Mütabe, 1/241, el-Mevahib,1/358, el-Kamil,1/244, Tefsiru İbn Kesir,4/144, Sübülül-Hüda, 2/274, el-Mearif,631, Tarihu Dimeşk,2-3/251.

[30] Bakınız: el-Mu’cemüs-Sagir(Taberani), 1/67, Nefehatül-Abir,129, Delailün-Nübüvve,44, el-Bidaye,6/114, eş-Şifa,243.

[31] Bakınız, Tabakat-ı İbn SA’d,5/5, Tehzibül-Kemal, 28/384, Şezeratüz-Zeheb, 5/233, Siyer-i A’lam, 22/133, er-Ravdul-Ünüf, 2/249, el-Bidaye, 3/201, el-Meganimül-Mütabe,3/1070, Vefaül-Vefa,1/265, 2/722.

[32] El-Meganimül-Mütabe,367, Tuhfetül-Muhibbine vel-Eshab, 157.

[33] Bakınız: Sübülül-Hüda, 3/275, el-Mevahib, 1/358, el-İsabe,3/57, Üsdül-Gabe, 1/572, Mu’cemüs-Sahabe(Begavi),2/219.

[34] Bakınız: İbn Asakir,5-2/218, Mecmeuz-Zevaid,6/153, 9/323, Sıfetüs-Safve, 1/496, Uyunül-Eser, 2/317, Tehzibül-Kemal,8/68, Sübülül-Hüda, 1/323, el-Misbahul-Mudî, 1/107.

[35] Bakınız,el-İstiab,4/1606, 11/141, Üsdül-Gabe,5/25, 1/573, el-Kamil, 3/174, el-Bidaye,2/264, 7/334, 8/60, Tarihu Dimeşk, 5-2/220, el-Müstedrek, 3/461, Tehzibül-Kemal,8/68, Mürucüz-Zeheb,2/417

[36] Bakınız: Tehzibül-Kemal, 8/67, el-İsabe,3/57, İbn Asakir,5-2/217, Müsnedü Ahmed,5/421, el-Müstedrek,3/128, er-Riyadul-Müstetabe,60, İbn Sa’d, 2/356, Nefehatül-Abir.

[37] Bakınız: Siyer-i A’lam, 2/409, Nefahatül-Abir, 139, Müsned-i Ahmed,5/422.

[38] Bakınız: Tehzibül-Esma, 2-1/177, İbn Sa’d, 3/485, Nefahatül-Abir, 167, el-İsabe,3/57, Siyer-i A’lam, 2/404, İbn Asakir,5-2/216, el-Müstedrek,1/190, Şezeratüz-Zeheb, 1/31, Husnül-Muhadara, 1/243, en-Nücumüz-Zahira,1/21, el-Bidaye, 7/145, Fütuhul-Büldan,158.

[39] Bakınız: Sünen-i Ebi Davud, 3/218, Nefahatül-Abir, 168.

[40] Sahih-i Buhari,4/34.

[41] Müsnedü Ahmed bin Hanbel, 4/335.

[42] Bakınız: el-Bidaye, 8/34,153, el-Ikdül-Ferid, 4/367, el-Misbahul-Mudi,1/106, el-Kamil,3/227.

[43] Bakınız: Müsnedü Ahmed, 5/419, İbn Sa’d, 3/484, Siyer-i A’lam, 2/404, Mucemüs-Sahabe,2/222, Üsdül-Gabe,1/571, el-Mearif,278, el-Ikdül-Ferid, 4/368, Şezeratüz-Zeheb,1/57.

[44] Bakınız: Müsnedü Ahmed,5/419, İbn Sa’d, 3/484, Siyer-i A’lam,2/404.

[45] Bakınız: Nefehatül-Abir,176.

[46] Bakınız:Kurtubi, Tezkira, 1/110.

[47] Bakınız: Tirmizi, Sünen, 5/697.

[48] Bakınız: Şekaik-i Numaniye,138.

Alinti
Siz bu yazıyı okuyan counter şanslı kişiden birisiniz..
1 9